Ana Menü

İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Ege Adaları Sorunu

Başlatan Sancak, Kasım 13, 2009, 04:50:36 ÖS

« önceki - sonraki »

Sancak

İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Ege Adaları Sorunu
Doç. Dr. Necdet Hayta
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 36, Cilt: XII, Kasım 1996   
   
Ege Adaları sorunu, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren devletlerarası siyasî platformda sıkça gündeme gelen sorunlardan biridir. Bu yüzyılda ilk defa Nisan-Mayıs 1912'de İtalya ile Osmanlı Devleti arasındaki Trablusgarp Savaşı sırasında Rodos ve 12 Ada'nın İtalyanlar tarafından işgaliyle gündeme gelen bu problem daha sonra Balkan Savaşları sırasında Ekim-Kasım 1912'de diğer Ege Adaları'nın Yunanistan tarafından işgal edilmesi üzerine yeniden gündeme gelmiştir. Daha sonraki yıllarda bu bölgeyle ilgilenen devletler arasında da anlaşmazlık konusu olan Ege Adaları sorunu, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile belli bir çözüme kavuşmuştur. Bu antlaşmanın 15. maddesi Rodos ve 12 Ada ile Meis'i İtalya'ya bırakırken, 12. maddesi de Gökçeada ve Bozcaada dışında kalan Ege Adaları'nı askerden arındırılmak şartıyla Yunanistan'a bırakmaktadır.1 İleriki yıllarda Meis'e tâbi adacıklar konusunda Türkiye ile İtalya arasında tekrar gündeme gelen bu sorun, 4 Ocak 1932'de Dr. Tevfik Rüştü Bey ile İtalyan elçisi Pompeo Aloisi arasında Ankara'da imzalanan anlaşmayla çözüme kavuşturuldu. Buna göre; Bodrum Körfezi'ndeki Kara Ada Türk hakimiyetinde kalıyor, Meis'e tâbi 30 adacıktan 19'u Türkiye'ye, 11'i de İtalya'ya veriliyordu.2

Bu konu Türkiye ile İtalya arasında dostça halledilmişken bir süre sonra İtalya'nın Orta ve Yakın Doğu'ya yayılma emellerinin ortaya çıkması, özellikle Mussolini'nin 19 Mart 1934 tarihli konuşmasında İtalya'nın tarihî emellerinin Asya ve Afrika'da olduğunu söylemesi, bu dostluğun yerini gerginliğe bırakmasına sebep olmuştur. 1936 yılında da Mussolini İtalyası'nın Türk sahillerine yakın adaları, özellikle de Leros adasını tahkim etmesi bu gerginliği iyice arttırmıştır. Bu gerginlik 2 Ocak 1937'de İngiltere ile İtalya arasında imzalanan anlaşma gereği İtalya'nın Akdeniz'deki statükoya bağlı kalacağını taahhüt etmesiyle ortadan kalkmışsa da 3 iki ülke arasında güvene dayanan sağlıklı bir ilişki kurulamamış zaten bir süre sonra da 2. Dünya Savaşı patlak vermiştir.

Savaşın ilk Yıllarında Ege Adaları ve Von Papen'in iki Küçük Ada'nın Türkiye'ye Verilmesi Teklifi

Ege Adaları konusu 2. Dünya Savaşı boyunca, özellikle Almanya tarafından zaman zaman gündeme getirilmiş, Türkiye'nin hassas olduğu bu konuyu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmıştır. Almanya'nın bu çabalarında kilit isim eski başbakanlardan ve 1. Dünya Savaşı'nda Türk ordusunda bulunmuş olan Büyükelçi Franz Von Papen'dir ki Hitler'in böylesine tecrübeli bir ismi Ankara'ya göndermesi O'nun Türkiye'ye verdiği önemi göstermektedir. Von Papen Ankara'daki ilk temaslarından sonra Arnavutluk'taki gelişmelerin ve İtalya'nın 12 Ada'ya asker ve silah yığmasının Türkiye'de büyük endişe uyandırdığını, buradaki yoğun askerî faaliyetlerin Türkiye'ye karşı açık bir tahrik mahiyetini taşıdığını görmüştür. Bu yüzden Hitler ve Dışişleri Bakanı Ribbentrop'a gönderdiği telgraflarda, bu duruma işaret ederek Türkiye'nin endişelerini yatıştırmak için Arnavutluk'taki asker sayısının en aza indirilmesi konusunda İtalya'ya baskı yapılmasını telkin etmiş, aynı zamanda İtalya'nın iyi niyetini göstermesi için 12 Ada'dan Türkiye kıyılarına yakın olan iki küçük adanın Türkiye'ye terkedilmesini istemişti. Fakat Hitler ve Ribbentrop, İtalya ile ilişkilerini bozmamak için bu teklifi kulak arkası etmişlerdi.4

Von Papen 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin Müttefikler'e doğru kaymasını önlemek için de Ankara'da yoğun çaba harcamıştı. Özellikle 1933 Nisan'ında İtalya'nın Arnavutluk'u işgali Türkiye'yi Müttefik devletlere yaklaştırmış ve Müttefiklerle işbirliğine kararlı Türkiye bu kararını 12 Mayıs 1939'da İngiltere ile ortak bir bildiri halinde ilan etmiştir.5 Fakat Von Papen, Türkiye'yi tarafsızlık siyasetinde tutabileceği umudunu bu deklarasyondan sonra da kaybetmedi. Bu bildirinin ilanından kısa süre sonra Berlin'e giden Von Papen, İtalya ile Almanya arasında "Çelik Pakt" adı verilen ittifakı imzalamak üzere Alman Başkenti'ne gelen İtalya Dışişleri Bakanı Kont Ciano ile görüştü. Bu görüşmede daha önce Hitler ve Ribbentrop'a ilettiği teklifin aynısını Ciano'ya da söyleyerek Türk kıyılarına yakın iki adanın Türkiye'ye verilmesini teklif etti. Von Papen'e göre, Türkiye-İtalya ilişkileri düzeltilebilirse Türkiye'nin Müttefiklerle ilişkilerini gevşetmek ve tarafsızlıkta tutmak mümkün olabilecekti. Fakat Ciano bu teklifi çok soğuk karşıladı. Ribbentrop ise iki müttefikin ilişkilerine bu tarzda bir müdahelede bulunmanın asla doğru olmadığını söyleyerek Büyükelçiyi adeta azarladı.6

12 Ada'nın stratejik önemi savaşın ilerleyen günlerinde kendini göstermeye başladı. Özellikle 1940 yılında Akdeniz'deki savaşın Mihver lehine şekillenmesi, Churchill'i, Nil Ordusu'nu mümkün olduğu kadar çabuk "başka görevleri de yapmaya hazır" bir duruma sokmak kararına götürdü. Bu görevler şunlardı: Yunanistan'a yardım, 12 Ada'yı işgal, Pantelleria Adası'nı işgal, Ortadoğu'da stratejik bir ihtiyat kuvveti meydana getirmek. Bunlara sonradan Sicilya'ya taarruz da eklenmiştir.7 Bu arada Balkanlar'da birtakım gelişmeler kendini göstermeye başlamış, İtalya 28 Ekim 1940'da 3 saatlik bir nota verdikten sonra Yunanistan'a saldırmış, fakat ummadığı bir direnişle karşılaşınca zor duruma düşmüştü. İşte bu gelişmeler savaşan tarafların dikkatini bu bölgeye çekmiştir. 12 Ocak 1941'de İngiliz Savunma Komitesi, Bingazi ve 12 Ada'yı işgal etmeye, ayrıca Balkanlar için stratejik ihtiyat hazır bulundurmaya karar verecekti.8 12 Ada'ya bir müttefik saldırısı Mihver'ce de bekleniyordu. Nitekim Alman Başkomutanlık Kurmay Başkanı Keitel'in 19 Ocak 1941 günü İtalyan Generali Guzzoni ile yaptığı görüşmede Guzzoni; 12 Ada'ya yapılması beklenen taarruzun şimdiye kadar gerçekleşmediğini belirtecek ve 12 Ada'da yaklaşık üç aylık stok olduğunu, buradaki kuvvetlerin zayıf olduğunu, buna rağmen Bulgaristan'dan Yunanistan'a karşı bir Alman saldırısı halinde, her şeyden önce Mısır'dan Ege Denizi'ne yapılacak İngiliz nakliyatına karşı etkin bir taarruz gücü olduğunu söyleyecektir. Fakat Keitel'in bu görüşme ile ilgili yaptığı mütalaadan bir taarruz halinde burada ciddi bir direniş beklenemeyeceği ve Yunanistan'a yapılabilecek İngiliz nakliyatına karşı söz konusu adalarda bulunan İtalyan kuvvetlerinin taarruzî bir müdahalesinin düşünülemeyeceği kanaatine sahip olduğu anlaşılmaktadır.9

Bu arada harekete geçen İngilizler, 25 Şubat 1941'de İtalyanlar'a ait deniz uçağı üssüne de sahip küçük Meis Adası'nı işgal etmişlerdir. Bu işgal İngilizler'in, 12 Ada'yı yakından kontrol etmek ve buradan yapılacak harekâtlardan zamanında haberdar olmak amacından kaynaklanıyordu. 10

Almanya'nın Yunanistan'a Bağlı Ege Adaları'nı İşgâli

İtalya'nın Yunanistan'daki başarısızlığı, Sovyetler Birliği'ne yapacağı saldırı öncesi sağ kanadını güvence altına almak isteyen Almanya'nın Nisan 1941'de Yunanistan'a karşı harekâta girişmesini gerektirmiştir. Bu harekât alanlarından biri de Ege Adalarıdır. Daha 27 Mart 1941 tarihinde Hitler, Komutanına ve Kurmay Başkanına gönderdiği mesajda, Çanakkale Boğazı'nın önünde ve büyük stratejik öneme sahip Limni Adası'nın ele geçirilmesi için gerekli hazırlıkların hızla ve artan bir biçimde sürdürülmesini istemiş, bununla beraber emrini sırası gelince vermek üzere saklı tuttuğunu bildirmişti.11 Harekete geçen Almanlar'ın Ege'deki ilk hedefleri Taşoz ve Semadirek adaları oldu. Bu adaların 25 Nisan'da bir baskın harekâtıyla işgal edilmesini 12 yine aynı gün Limni'nin işgali takip etmiştir. Alman kıtaları sabah saat 5'te Limni'ye gelmişler, bir ültimatom vererek Ada'nın teslimini istemişler, bu istek reddedilince de karaya çıkarak polis ve piyadelerden oluşan küçük Yunan garnizonunun dört saat süren direnişini kırdıktan sonra işgali tamamlamışlardır.13 İşgaller Midilli'ye asker çıkarılması ve 5 Mayıs akşamı saat 18.10 da Sakız'ın direniş görmeden işgaliyle devam etmiştir.14 Girit adası da Mayıs 1941'de Alman paraşütçü birlikleri tarafından ele geçirilmiştir.

Bu işgallerle ilgili olarak Londra Radyosu, bütün bu adaları donanmayla işgal etmenin mümkün olduğunu, fakat bunların muhafaza ve müdafaasının zor olacağından bu adaların işgaline şimdilik kayıtsız kalındığını belirtiyordu.15 Almanlar bu adaları ellerinde tutarlarsa Çanakkale'ye giden deniz yolunu İngiliz ticaret gemilerine kapayabilirler ayrıca, İtalyan işgalindeki 12 Ada'dan faydalanarak bütün Ege Denizi'ne hakim olabilirlerdi.16 Gerçekten Almanya'nın Boğazlar yolundaki adaları işgali, Boğazlar'ı Türkiye'nin iradesi dışında kapatmış oldu. İngilizler, Sovyetler'e yardım edebilmek için, en kısa yol olan Boğazlar'ın kendi gemilerine açılmasını isteyebilir, bu konuda baskıda bulunarak Türkiye'nin savaşa girmesine yol açabilirdi. Bilindiği gibi İngilizler, 1. Dünya Savaşı'nda aynı amaç için Boğazlar'ı zorlamıştı. Almanya'nın Ege'deki üstünlüğü Türkiye'yi bir bakıma zor bir durumdan kurtarmış oldu ki savaşın ileriki aşamalarında İngilizler, Sovyetler'e İran üzerinden yardım yapacaktır.17

Irak'ta Raşit Geylani'nin Hükümet Darbesinden Sonraki Gelişmeler ve Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması

Yunanistan'ın işgalini tamamlayan Almanlar, Sovyetler Birliği'ne saldırmazdan önce güney kanadını büyük ölçüde güvenlik altına almışlardı. Geriye sadece Türkiye kalmıştı. Aslında Türkiye'nin işgali için de planlar hazırlanmış ve 1941 yılı başlarında Alman generalleri arasında yoğun bir şekilde tartışılmıştı. Buna rağmen Hitler, Türkiye'ye saldırmayı göze alamadı. Türkiye'nin dağlık coğrafyası ve yollarının azlığı, Alman motorize birliklerinin ilerleyişinde büyük güçlükler çıkaracaktı. Özellikle Toroslar'ın aşılması sırasında Almanlar çok vakit kaybedeceklerdi. Ayrıca Türk ordusu yenilse bile halkın milis örgütlenmesi ile direnişe geçeceği tahmin ediliyordu. Bütün bu etkenler Sovyetler Birliği üzerine yürüyüşü geciktirebilir, hatta imkânsız hale getirebilirdi. Oysa, Sovyetler'in yenilgisinden sonra Boğazlar'a inmek çok kolay olacaktı.18 Bu durumda yapılması gereken en akılcı iş Türkiye'yi savaş dışı tutmaktı.

Bu sırada Ortadoğu'da meydana gelen bir gelişme Ege Adaları'nın Türkiye'nin tarafsızlık pozisyonunu değiştirmek için kullanılmasına sebep oldu. 1941 Nisan'ında Irak'ta, Nazi Almanyası taraftarı olan Raşit Ali Geylani bir hükümet darbesi yaparak hükümeti ele geçirdi. Fakat İngilizler'in bu darbeyi karşılıksız bırakmayacaklarını bildiği için hemen Almanya'dan yardım istedi. Bu Almanya'nın Basra Körfezi'ne hakim olması ve dolayısıyla Mısır'da bulunan İngiltere'yi arkadan vurması için büyük bir fırsattı. Ancak bu yardımı sadece Türkiye üzerinden yapabilirdi. Bu sebeple Türkiye'ye müracaat edip Irak'a, silah, malzeme ve kamufle edilmiş asker gönderilmesine izin vermesi konusunda ikna etmeye çalıştı.19 Bu arada ilginç bir diyalogdan bahsediliyor. Buna göre; Dışişleri Bakanı Saraçoğlu, Alman Büyükelçiliği maslahatgüzarı Kroll'la (Bu tarihte Von Papen Berlin'deydi) 29.4.1941 tarihinde yaptığı görüşmede, Türkiye'nin Yunanistan'ın da mutabakatını sağladıktan sonra, Ege Denizi'ndeki Türk kıyılarına yakın bazı adaların idaresini savaş süresince üzerine almak istediğini söylemişti. Kroll kendisine düşünülen adaların hangisi olduğunu sorunca da Saraçoğlu, Sakız, Midilli ve Sisam diye cevap vermişti.20

17 Mayıs'ta Almanya'nın Irak'a yönelik söz konusu yardımlarına izin verilmesi ve buna karşılık Trakya'da ve Ege Denizi'nde bazı sınır düzeltmelerine razı olunabileceğini belirten Ribbentrop'un bu isteğine Von Papen karşı çıkıyordu.21 Fakat Ribbentrop ısrar ederek, 19 Mayıs'ta Von Papen'e gizli şifreli bir telgraf göndermişti. Telgrafta, bu isteğe karşılık Edirne civarında bir kısım toprak verilebileceği belirtiliyor ve "ada" verilmesi veya verilmemesi konusu Von Papel'e bırakılıyor, eğer ada verilmesi söz konusu olursa haberdar edilmeleri isteniyordu. Von Papen 20 Mayıs'ta verdiği cevabında, görüşmelere Saraçoğlu'nun İngiliz Büyükelçisi ile yapacağı görüşmelerden sonra geçileceğini, askerî harekât devam ettiği için Türkler'e şimdilik herhangi bir ada teklif etmek niyetinde olmadığını, barışta Türkiye'nin yararına bazı sınır düzenlemeleri yapabileceklerini söyleyeceğini bildiriyordu. 23 Mayıs tarihli bir telgrafta ise, bugüne kadar İngiliz cevabı gelmediği için Saraçoğlu'nun Türk-Alman Antlaşması üzerine görüşmelere başlamak istediğini söylüyordu. Numan Menemencioğlu ile yaptığı müzakereler sonucu ortaya çıkan antlaşma esasları üzerinde ise şu açıklamaları yapıyordu :

1. Açık bir antlaşma, Türk-Alman ilişkileri ve karşılıklı taahhütleri,

2. Gizli Protokol-1, Barış zamanında Almanya'nın Türkiye'nin arzusu olan Trakya ve Adalar'da sınır düzenlemeleri ve Boğazlar statüsünün düzenlenmesinde desteği,

Güney ve Doğu komşu sınırlarında, savaş anında veya savaş uzarsa, Türkiye'nin yararlarını ve arzularını korumak,

3. Gizli Protokol-2, Türkiye'nin Alman savaş malzemesini geçirmesi hakkında,

4. Gizli Protokol-3, Ticaret anlaşması ve basın.

Ayrıca anlaşma imzalanmadan önce malzemenin üzerine Irak yerine İran yazılacaktı.22

Von Papen anlaşmadan o kadar emindi ki "silah nakli meselesinin halledilmiş olduğuna muhakkak gözüyle bakabiliriz" ifadesiyle Berlin'i sevindirmekten çekinmemişti. Fakat 27 Mayıs'ta Türk Dışişlerinden gelen haber bu işi bozdu. Habere göre; İngiliz cevabî notası Türkiye'ye karşı ithamlarla doluydu ve Türkiye'nin bu konuda geri adım atmasına neden olmuştu. Nitekim Saraçoğlu, Papen'e "Eğer anlaşmayı imzaladığımız zaman İngilizler bizimle ilişkilerini keserlerse hayret etmeyeceğim" demişti. Daha sonra Saraçoğlu-Von Papel görüşmesinde yeniden bazı konularda mutabakata varılmıştı. Bu mutabakatın ikinci maddesine göre Alman Hükümeti barış görüşmeleri sırasında bilhassa şu hususlarda Türkiye'nin arzularını destekleyecektir:

1. Trakya'nın Edirne sınırının batısında bir düzeltme,

2. Ege Denizi'nde Türkiye'ye yakın adalarda sınır düzeltmesi,

3. Montrö Boğazlar statüsünün değiştirilmesinde destek.

Bu anlaşma Ribbentrop'u kızdırmıştı. 29 Mayıs sabahı Von Papen'e çektiği telgrafta bunu belirterek; "Siz Edirne sınırının düzenlenmesine, bazı adaların verilmesine rıza gösterebildiniz? Bilhassa silah naklini öngören Gizli Protokol-2'nin kesinleşmesinden önce nasıl verebildiniz?" diyor ve antlaşmanın bir bütün teşkil etmesini, birisi gerçekleşmezse diğerine yanaşılmamasını istiyor ve "Türkler'e bir şeyler veriyoruz ama karşılığında bir şey almadan" diyordu. Von Papen ise aynı gün akşam verdiği cevapta; "Protokol-1'deki adalar ve Trakya'daki komşu toprakları genel olarak yazılmıştır. Hiçbir ada ismi, hiçbir coğrafi istek tesbit edilmemiştir. Bizim ada tekliflerimizin Türkler'in dünyaya karşı yüzlerini temiz çıkarmaya dayanan ciddi politikalarını değiştirmeye yeteceği sanılmamalı" diyordu.23

4 Haziran'da Ribbentrop, Von Papen'e gönderdiği telgrafta adalar konusunu yeniden gündeme getirerek, "Adalar için sözle garanti veririz demiştik, bugün için buna imkan yok. Bu konuya şimdilik dokunmayınız. Eğer Türkler bu konu üzerinde görüşmek isterlerse sonra ele alacağımızı söyleyiniz, şimdiden bir şey söylemeyiniz" diyordu ki bu sırada Irak'da durum değişmiş, İngilizler duruma hakim olmuş ve söz konusu silah naklinin önemi kalmamıştı. Sovyetler'e saldırmak için sabırsızlanan Almanlar antlaşmanın bir an önce istedikleri biçimde çıkmasını istiyorlardı. Ancak Von Papen'in 12 Haziran 1941 tarihli telgrafından anlaşıldığına göre, Saraçoğlu, Türkiye'nin gizli protokollerden vazgeçtiğini bildirmişti.24 Bunun üzerine Ankara'ya, Von Papen'e bir telgraf gönderen Ribbentrop, "12 Haziran tarihli telgrafınız gereğince Türk Hükümeti bizim tarafımızdan teklif edilen gizli protokolleri imzalamaktan kaçındığından, biz de vazgeçiyoruz. Esasen bu gizli protokol Almanya'nın Türkiye'ye bir hediyesi olacaktı" diyordu. Nihayet 18 Haziran 1941'de görüşmeler tamamlanarak Saraçoğlu ve Von Papen arasında, Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması imzalandı. 25 Bu antlaşmanın kesinleştiği ve son hazırlıkların yapıldığı günlerde 17 Haziran'da Hitler, Alman ordularına gizli bir emir göndererek Sovyetler'e savaş açılacağını bildiriyordu. Hitler'in "Barbarossa" adını verdiği Doğu cephesi savaşı 22 Haziran 1941 tarihinde sabaha karşı saat 03.15 te başladı. Bu savaşla Hitler'in ve Müttefıkler'in geleceği yeni bir döneme giriyordu. Türkiye 23 Haziran'da Alman-Rus savaşında tarafsız kalacağını ilan etti.26

Türkiye, bu gizli prokolleri reddetmekle beraber 27, Almanlar ile bazı görüşmelerin yapıldığı bilinmektedir. Saraçoğlu'na göre Türkiye bu görüşmelere İngiliz Hükümeti'nin bilgisi ve rızası ile başlamış olup görüşmeler boyunca sürekli İngilizler'e bilgi verilmiştir.28 Bu durum Türkiye'nin, İngilizler'in de bilgisi dahilinde Almanlar'a karşı bir oyalama politikası mı izlediği sorusunu akla getirmektedir ki bu görüşmelerin İngilizler'e Irak'ta idareyi yeniden ele geçirmeleri için zaman kazandırdığı açıktır.29

Bu arada 1941 yılında İtalyanlar'a ait Ege adalarına, özellikle de Rodos'a yönelik yoğun bir Müttefik bombardımanı görülmektedir.30

Stalin'in Türkiye'ye Toprak Verilmesi Teklifi

12 Ada ile ilgili ilginç tekliflerden biri de Stalin'den gelmiştir. Buna göre; İngiliz Dışişleri Bakanı Eden 15 Aralık 1941'de geldiği Moskova'da Stalin ile görüşmesinde Stalin, yalnız askerî konuların değil siyasî konuların da yani savaş sonrası düzenin ve sınır değişikliklerinin de konuşulmasını istiyor, gelecekteki sınırları ilişkin görüşlerini açıklarken aynen şöyle diyordu: "Türkiye, Ege'de Yunanistan için önemli adalarda O'nun lehine muhtemel ayarlamalardan sonra, 12 Ada'yı almalıdır. Türkiye, Bulgaristan'dan ve mümkünse Kuzey Suriye'den bazı kısımları da almalıdır" 31

Stalin'in bu sözlerini Moskova Büyükelçisi Haydar Aktay doğruluyordu. Hatta O'na göre sözü edilen topraklar Türkiye savaşa girmese de verilecekti. Fakat bu konuda Ankara'daki yorumlar çok farklıydı. Stalin'in Türkiye'ye karşılıksız olarak toprak vermeyi önermesinin düşünülemeyeceği, karşılığında bir şey isteyeceği, bunun da olsa olsa Boğazlar'a ilişkin olacağı düşünülüyor ve I. Dünya Savaşı'nda Çarlık Rusyası ile İngiltere, Boğazlar'ın Rusya'ya bırakılması konusunda anlaşmışlardı; acaba Türkiye'nin sırtından yeni bir antlaşma mı yapılıyor? kuşkularına neden oluyordu. Bu kuşkuyu dağıtmak için İngiltere Dışişleri Bakanı Eden 8 Ocak 1942'de Avam Kamarası'nda yaptığı açıklamada; "Türkler'in Müttefikler'in zaferinden korkacak bir şeyleri yoktur. Türkiye'nin toprak bütünlüğü hiçbir tehlikeye maruz değildir. Geçen Ağustos'da İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından Türkiye'ye verilen güvencelere saygı gösterilecektir" demişti. Daha sonra da Amerika'nın karşı çıkması üzerine sınırların peşinen çizilmesinden vazgeçilmişti.32

Ege Adaları 1942 yılında Türk-Alman ilişkilerinde yeniden söz konusu oldu. 7 Aralık 1941'de Japonlar'ın Pearl Harbor'a saldırmaları üzerine Amerika, Japonlar ile mücadeleye girişmiş, birkaç gün sonra da Almanya ve İtalya'ya savaş ilan etmişti.33 işte Amerika'nın II. Dünya Savaşı'na girmesiyle savaş durumunda Müttefikler lehine ve Mihver aleyhine bir dengesizlik durumu ortaya çıkıyordu. Bu sırada Güney Rusya'da Kafkaslar yönünde ve Kuzey Afrika'da da Mısır yönünde ilerlemeye çalışıyordu. Almanya, Amerika'nın savaşa girmesi üzerine, Kafkaslar'dan güneye doğru ilerlemek ve böylece Ortadoğu kıskacını kapamak istemişti. Fakat böyle bir plânının kilit noktası Türkiye idi. Bu plânı uygulayabilmek için Türkiye'nin Almanya'nın yanında savaşa girmesi gerekliydi. Bundan dolayı 1942 başlarında Türkiye'ye başvurup Almanya'nın yanında savaşa katıldığı takdirde, Boğazlar'ın savunması için önemli olan ve Alman işgalinde bulunan Ege Adaları'ndan bazılarını Türkiye'ye verebileceğini söylemişti. Bu teklif Türkiye tarafından reddedilmiştir.34

1943 Yılında Ege Adaları

Bu yıl içerisinde Avrupa'da devam eden savaş İtalya'nın yenilgisiyle sonuçlanmış, Mussolini istifa etmek zorunda kalmış ve yeni hükümetin başına, 1940'da Mussolini tarafından görevinden alman Genel Kurmay Başkanı Mereşal Badoglio geçmişti. Mussolini'yi tutuklattırıp, Faşist Partisi'ni de lağveden Badoglio'nun girişimleri ile 3 Eylül 1943'te Müttefikler ile İtalya arasında mütareke imzalandı.35 General Eisenhower'in temsilcileri ile Mareşal Badoglio'nun temsilcileri arasında imzalanan 13 maddelik mütarekenin 6. maddesi, "Askerî harekât üssü olarak veya Müttefiklerin lüzumlu göreceği diğer amaçlarla kullanılmak üzere Korsika ile bütün İtalyan arazisi, adalar dahil derhal teslim edilecektir" 36 diyordu ki İngilizler kısa süre sonra Ege adaları konusunda harekete geçti. Önce, mütarekenin imzalanmasından bir gün sonra Meis adası İngiliz Deniz Kuvvetleri tarafından işgal edildi.37 W. Churchill Rodos, Leros ve İstanköy gibi adaların küçük bir çaba ile zaptedileceğini düşünüyor ve çok önem veriyordu. O'na göre Ege Adaları'nın ele geçirilmesi İtalya'nın çöküşü etkisinde kalan Türkiye'yi kesinlikle savaşa yöneltecekti. Ege Adaları elde edilirse Sovyetler Birliği'ne Türk Boğazları'ndan doğrudan doğruya daha kısa yoldan ve daha fazla Müttefik yardımlarının gönderilmesi sağlanacaktı. Ayrıca, Alman kuvvetleri dağıtılarak İtalya harekâtına yardım etmek ve İtalya'nın çökmesi ile ortaya çıkan durumdan mümkün olduğu kadar faydalanmak şeklinde düşünülen 38 bu muhtemel kazançlar Churchill'i hemen harekete geçirdi. Ancak talihsizlikler birbirini kovaladı ve Adaların ele geçirilmesini sağlayacak Hint Tümeni genel savaş plânı içinde Uzakdoğu'ya kaydırıldı. Genel savaş plânı Avrupa'da açılacak ikinci cepheye ağırlık veriyordu. Bu yüzden bütün dikkatler İtalya ve Fransa'da girişilecek harekâtlar üzerinde toplanmıştı. Amerika bu kuvvetlerin başarılı olması için çok titiz davranıyordu. Mevcut savaş ve taşıma gemileri bu harekâtlara ayrılmıştı ve Amerika bu gemilerin başka cephelere dağıtılmasına karşı koyuyordu. Bu durumda söz konusu adaların işgali İngiltere'nin genel savaş plânı dışında kalan Ortadoğu kuvvetlerinin kısıtlı imkânları ile gerçekleştirilecekti.39

Bu şartlar altında harekete geçen İngiliz birlikleri, Balkanlar ile Adalar Denizi'ndeki İtalyan askerlerine, Müttefikler'e karşı düşmanlığı kesmeleri ve Almanlar'a direnmeleri şeklinde radyodan yapılan duyuruların ardından40 İstanköy, Leros ve Sisam adalarını ele geçirdiler.41

İstanköy'de hava meydanı, Leros'da ise bir deniz üssü vardı. Bu adaların işgali İngiliz basınında da memnuniyetle karşılandı. Nitekim Times'a göre 42, "Bu adaların tamamıyla müttefiklerin eline geçmiş olması Rodos'a, Girit'e ve diğer adalara denizden ve karadan yapılacak taarruzların daimi tehditi altında yaşayan Almanlar'ı zor duruma sokacaktır... Almanlar'ın bu adaları almaya çalışmaları muhtemeldir fakat, müttefik kuvvetler yerli Rumlar'ın ve İtalyan garnizonlarının yardımıyla Almanlarla başa çıkacaklarını ümit etmelidir..."

Adalarda bulunan İtalyan kıtalarına yönelik radyo mesajlarına ileriki tarihlerde de devam edildi. Özellikle Rodos Adası hedef alınan bu mesajlarda şu ifadeler kullanılıyordu: "Almanlar'ın eline düşerek Alman fabrikalarında zorla çalıştırılmak tehlikesinde bulunan Rodos'taki İtalyan kıtaları! Acele olarak verilen ihtarı işitiniz. Almanlar'a karşı her türlü durumda, bütün vasıtalarla direnmeniz lazımdır. Artık yalnız olmadığını ve her yerde İtalyanlar'ın Almanlar'a karşı kendilerini korumak için yanlarında Müttefikler'in bulunduğunu hatırlayınız".43

Ancak bu duyuruların fazla etkili olduğu söylenemez. Nitekim 9 Eylül gecesi Alexander ordusu Salerno'da karaya çıktığı zaman Rodos'a küçük bir teşkil gönderilmiş; burada 9000 Alman'a karşılık 40.000 İtalyan askeri olmasına rağmen, İtalyanlar, Almanlar'a karşı hiçbir gayret göstermediklerinden bu harekât başarılı olmamış ve Ada'nın kontrolü Almanlar'a geçmiştir.44 Stratejik açıdan büyük öneme sahip Rodos Adası'nın alınamaması İstanköy'ün ve diğer adaların zaptından beklenen faydaları tam olarak sağlayamamıştır ki, bu durumdan yararlanmak isteyen Almanlar kısa süre sonra bu adalara karşı harekâta girişmişlerdir.45 Bu konuda Hitler, askerî danışmanlarının görüşlerini reddederek adaları boşaltma yerine, İtalya ve Avrupa'da zayıflama pahasına buraya takviye kuvvetler gönderdi. O da Churchill gibi adaların boşaltılmasının Avrupa'nın güneydoğusu ve Türkiye üzerinde çok olumsuz bir etki yapacağını düşünüyordu. Bu düşüncelerinde ısrar eden Hitler'in isteği emir oldu 46 ve harekete geçildi.

Berlin'deki Alman Orduları Başkomutanlığı'nın tebliğine göre 47; 3 Ekim'de Doğu Akdeniz'deki Alman Silahlı Kuvvetleri, İstanköy Adası'na karşı bir çıkarma harekâtı yapmaya başlamışlardır. îki gün süren bir savaştan sonra direniş kırılmış ve Ada işgal edilmiştir. Ada'da bulunan 4000 İtalyan askeri bu harekât sonrasında İngilizler'e hiçbir yardımda bulunmamıştır. İstanköy'ün elden çıkışı Leros'un savunulmasını zorlaştırmış, buna rağmen bu Ada'nın ve Sisam'ın savunulmasına karar verilmiştir ki 12 Kasım'da Almanlar'ın hedefi bu defa Leros Adası olmuş ve Ada'ya ayak basmışlardır.48 Devam eden direniş 16 Kasım'da sona ermiş ve Ada, General Müller komutasında Alman birliklerinin eline geçmiştir.49 Yine Berlin'deki Alman Orduları Başkomutanlığı'nın tebliğine göre; Ege Denizi'ndeki Alman donanmasına bağlı kuvvetler, Leros'un kuzey ve kuzeybatısındaki Lipsos, Patmos ve İkarya adalarına saldırarak, adaların Badogliocu garnizonlarını silahlarını teslime mecbur etmişlerdir.50 Leros Adası'nın düşmesi üzerine Sisam Adası'nda bulunan İngilizler ile Yunanlılar ve az sayıda Badogliocu kıtalarından oluşan garnizon da teslim olmuştur.51

Bu adaların Almanlar'ın eline geçmesi konusunda İngiliz Başbakan Yardımcısı M. Attle, Avam Kamarası'nda yaptığı açıklamada her ne kadar, Almanya'nın bu bölgeye Avrupa cephesindeki hava kuvvetlerinin ve diğer bazı birliklerinin önemli bir kısmını sevkettiği, böylece asıl savaş alanından uzakta tutulması suretiyle Müttefikler'in Avrupa'daki yükünün hafiflediğini söylese de 32, bu durum W. Churchill'i ağlamaklı hale getirmiş, anılarında da "Türkiye, kıyılarının önünde Müttefikler'in yetersizliklerini izledi" demiştir. " Yine Almanlar'ın İstanköy'ü işgalinden sonra Kasım 1943'de Kahire'de Eden ve Menemencioğlu arasındaki görüşmelerde Eden'in Türkiye'nin savaşa girmesi için baskı yapması hatta Leros ve Sisam adalarındaki İngiliz pozisyonunun nazikliğinden dolayı kendilerine güneybatı Anadolu'daki hava üsleri verilmesini istemesine 54, 17 Kasım'da verilen cevapta Türkiye'nin savaşa girmeyi ilke olarak kabul etmesi ancak bazı ağır şartlar ileri sürmesi üzerine, Churchill anılarında bu konu ile ilgili olarak "Ege'de gözleri önünde olanları gördükten sonra Türkler'i ihtiyatlı oldukları için kimse kınayamaz" diyecektir.55

Adalardaki başarısızlık İngiliz basınında da ele alınmıştır. Daily Telegraph gazetesi "Alman taarruzunun kuvveti, şüphesiz dünya ve bilhassa Türkiye üzerinde etki yapmak isteğinden doğmuştur. Bereket versin ki Leros başarısızlığı nisbeten az önemlidir ve savaşın gidişi üzerinde daimi surette etki edecek kadar büyük değildir" derken, News Chronicle, adaların niye az kuvvetle işgal edildiğini soruyor ve "Eğer Türkiye harbe girmeyi düşünüyorsa bu başarısızlık muhtemelen O'nun daha fazla düşünmesine sebep olacaktır" diyordu. Daily Herald bu olayı "Siyasî alanda, bilhassa Türkiye'nin savaşta daha aktif rol oynamak hususunda karar almasının gerekli olduğu şu anda üzelecek bir olay" olarak değerlendirirken, Times; başyazısında, bu kayıpların askerî alandan çok siyasî alanda olumsuz etki yaptığını belirtiyordu. 56

Türk basınında ise, Almanya'nın bu harekâtının; Türkiye savaşa girmese de Müttefikler'e Akdeniz sahillerinde bazı hava üsleri verilmesi ihtimaline karşılık bir denge unsuru olarak, hava üssü vermese de Boğazlar'da serbest geçiş hakkı vermesi durumunda Boğazlar'a çıkan yollara hakim olmak suretiyle engel olmak ve Balkanlar'a yapılabilecek muhtemel bir çıkartma harekâtına karşılık olarak Bulgaristan'ı takviye ve cesaret vermek amaçlarını taşıdığı şeklinde yorumlanmıştır.57 Bu konuda yapılan yorumların birinde de, bu gelişmelerin Türkiye'nin tutumunda değişiklik meydana getirmeyeceği belirtilmiş; "Türkiye siyasetini hadiselerin gidişine göre çizmek yolunu tutsaydı, bu güne kadar dönmediğimiz taraf kalmazdı" 58 denmek suretiyle kararlılığını vurgulamıştır.

Von Papen'in Adaların Türkiye'ye Verilmesi Teklifi

Adalarda gelişmeler devam ederken Almanya'nın, Türkiye'nin tarafsızlığını sürdürmesi için buraları kullanmaya çalıştığını görüyoruz. Nitekim 16 Eylül 1943'te Berlin'e çektiği telgrafta Von Papen; "Adalar çevre durumumuzun en zayıf noktasıdır. Ciddi bir saldırıya karşı buraları korumak zor. Şayet bu bölge açılırsa, Girit ve Ege'deki durumumuz mutlaka tehlikeye girer. İngilizler'in, bu adaları savaş sonunda tekrar İtalyanlar'a vermeleri zordur. Çünkü Yunanistan'a vaat etmişlerdir. Acaba Mussolini'nin 59 bu adaları Türkler'e teklif etmesi mümkün olamaz mı? Bu yoldan adalar tarafsız hale sokulur ve Türkler'in Mihver Devletleri'ne karşı bağlılıkları devam edebilir. Teklifi ve adaları Türkler'in kabul edip etmeyeceği hâlâ bir sorudur. Teklif İtalyanlar'dan gelirse Müttefikler'in söz hakkı bulunamaz" diyordu. Ribbentrop bu teklife 29 Eylül'de verdiği cevapta: "... Almanya bu adaların mülkiyeti ile ilgili değildir. Almanya tam dürüstlükle İtalya Hükümeti'ne adalar meselesindeki durumu bildirecektir. İtalyan Hükümeti'nin adaların kaderi hakkında nasıl ve ne gibi bir fikre sahip olduğunu bilmiyoruz. Buralar Alman, İtalyan savaş sahalarıdır. Bir Amerikan-İngiliz saldırısı silahla karşılanacaktır.." diyordu. Yine aynı mesajda ".. Özel olarak bildiriyorum: İngilizler, Türkler ile adalar konusunda gizli bir anlaşma yaptılar. Buna göre, oradaki sivil halk ile düşman gruplarının bakımı Türkiye tarafından sağlanacaktır.." ifadesi kullanılmıştır ki gerçekten daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye söz konusu adalara mühimmat ve yiyecek gönderilmesine izin vermişti.

23 Ekim'de ise, "Türkler'in cevabı geldi. Türkler hiçbir şart ileri sürmeksizin adaların verilmesini istiyorlar. Mussolini'nin bazı şartlarda adaları veren teklifine hayır demişler. Numan'ın (Menemencioğlu) dediğine göre İngiliz Elçisi, Türk tutumundan dolayı hükümetinin teşekkürlerini bildirmiştir... Türkler'in İngilizler'de kötü bir etki uyandırmamak için bizimle bir anlaşma yapmamak ne büyük arzuları imiş..." diyordu. Bu yazışmalardan Almanlar'ın Türkiye'de olan biten birçok şeyden haberdar olduklarını da görüyoruz. Nitekim 3 Kasım 1943 tarihli telgrafında Von Papen "İngilizler'in adaları alabilmek için Türkiye'den bazı üsler istediğini" bildirmektedir. O'na göre Ankara Hükümeti, böyle bir talebin karşılanmasıyla Ankara, İstanbul, İzmir ve Boğazlar'ın Almanlar tarafından bombardıman edilmesinden endişe etmektedir.60 Gerçekten de bu endişelerden dolayı İngilizler'in söz konusu teklifi kabul edilmemiştir.

Von Papen'e göre adalar konusu, Türk politika adamları arasında tartışma konusudur. Türk Hükümeti içinde adalar konusunda bir fikir birliği yoktur. Türkler Müttefikler ile Almanlar arasında zor duruma düşmemek için adalar konusunda kararsızlık ve anlaşmazlık içindedirler. O'nun 25 Ekim 1943 tarihli telgrafında da Menemencioğlu ile görüşmesinde, Menemencioğlu'nun "... Esasen bizim için bu mesele kapanmıştır" dediğini, İnönü'nün de bu konuda Saraçoğlu ve Menemencioğlu gibi düşündüğünü bildiriyordu. Halbuki yine Von Papen tarafından 8 Nisan 1943'te Ribbentrop'a çekilen telgrafta "... Numan bana, silah anlaşması sırasında Türkiye'nin Küçük Asya'nın bir parçası olan adaları mutlaka isteyeceğini söyledi. Adalara sahip olmak boğazlar için hayati derecede önemlidir, dedi. Numan'a göre, adalardaki hava üslerine sahip olmak boğazlara hakim olmak demektir. Türkiye gelecekteki görüşmelerde Musul petrolleri hakkını da mutlaka isteyecektir. Ancak bana, Türkiye'nin bu uzak hedeflerini ele geçirmek için tek bir askerini feda etmeyeceğini söyledi. Türkiye bu isteklerinin gerçekleşmesi için savaş sonrası kuvvetli olmak istiyor" diyordu.61

Savaşın Sonlarına Doğru Ege Adaları

Bundan sonra savaş gittikçe Almanlar'ın aleyhine dönmüştü. Savaşın son safhasında Almanlar, Türkiye'ye müracaat ederek işgalleri altındaki Ege Adaları'nı Türkiye'ye devretmek istediklerini bildirdiler. Savaşa katılmadığımız için ganimetten pay almaklığımıza sebep var olmadığını, aksine bunun yaşamakta bulunduğumuz şartlar içinde tehlike doğurabileceğini düşünen Hükümet, önce teklif hakkında İngilizler'e bilgi vermeyi uygun gördü. İngilizler cevaplarında, Adalar'a ihtiyaçlarının olduğunu, kendilerinin işgal edeceğini bildirince konu kapandı. 62

Yunanlılar ise buraları ele geçirmeye çoktan hevesliydiler. Daha Nisan ayında Yunan Dışişleri Bakanı, bu adaların Yunanistan'a verilmesi suretiyle Yunanistan'ın tatmin edileceğini umduğunu bildirmişti 63 ki New York'ta toplanan 12 Ada temsilcileri de 23 Ekim 1943'te Yunanistan ile birleşmek istediklerini ilân etmişlerdi. 64

Almanlar'ın 7 Mayıs 1945'de teslim olması üzerine, Ege Denizi'nde 12 Ada'da bulunan Alman kuvvetleri 8 Mayıs'ta kayıtsız şartsız teslim oldular.65

Bunun üzerine Kral Naibi Damaskinos "Kurtarılan 12 Ada'ya Yunanistan'ın selamım götürmek için", refakatinde Yunan ordu, donanma ve hava kuvvetlerinin temsilcileri olduğu halde, 13 Mayıs 1945'te Averof zırhlısı ile Rodos'a hareket etmişti. 66 Aynı gün Yunan Başbakanı Amiral Voulgaris, W. Churchill'e çektiği bir telgrafta 12 Ada'nın derhal Yunanistan'a ilhak edilmesini istiyor, 12 Ada Komitesi fahrî başkanı Dr. Skevos Zervos da Atina'daki İngiliz elçisine şu mektubu gönderiyordu:

"Kendi adalarında oturan ve dünyanın her tarafında bulunan On İki Adalılar adına, yüzyıllardan beri bizi himaye eden ebedî büyük müttefikimize, hakiki dostumuz yenilmez Büyük Britanya'ya, yabancı yumruğu altından kurtarılışımız ve millî kurtuluşumuza yaptığı kıymetli yardımlardan dolayı en hararetli histerimizle en derin minnetlerimizi sunarız."

Yunan Kral Naibi şatafatlı bir merasimle Rodos'a doğru hareket ederken, "Yunan Mukaddes Taburu"na mensup müfrezeler Rodos, İstanköy ve Leros'a çıkarak buralardaki Alman kuvvetlerini silahtan arındırmaya başlamışlardı. Yabancı basında, Nâib'in Ada'ya Yunan bayrağı çekmek için bu seyehata çıktığı hakkında haberler yayınlanıyordu. Fakat İngiltere Dışişleri Bakanlığı, seyahatin bayrak dikme ile ilgili olduğu yolundaki haberleri yalanlayarak, Baş-Metropolid olan Damaskinos'un adalara "vaaz vermeye" (!) gittiğini bildiriyor ve 12 Ada'daki Alman garnizonunun muhafazası Yunan kuvvetlerine verildiği için, Naibe Yunan kıtalarının refakat edebileceği savunuluyordu. İşçi Partisi milletvekillerinden M. Strauss'un, Avam Kamarası'nda 12 Ada'nın geleceği hakkında bir karar alınıp alınmadığını sorması üzerine de Dışişleri Bakanlığı Parlemento Müşaviri M. Hail, "Hayır. İngiliz Hükümeti, bu husustaki Yunan hissiyatının hararetli mahiyetini anlamaktadır. Fakat, bütün diğer arazi meselelerinde olduğu gibi, bu adalar üzerindeki hakimiyette de bir değişikliğe barıştan önce karar verilmemesi esastır" diye cevap vermek suretiyle, İngiltere'nin, Rodos, 12 Ada ve Meis'i Yunanistan'a vermek niyetinde olduğunu, ancak bu husustaki kesin kararın barış yapıldığında ilan edileceğini açıklamıştı. Nitekim Nâib Damaskinos, 15 Mayıs 1945'te Rodos'ta, "artık 12 Ada'nın hür Yunanistan'a katılmış olduğunu" söylüyor, ancak "anavatana kesin olarak kavuşmak için biraz sabretmek gerekeceğini" belirtiyordu.

1945'te adaların idaresi resmen değilse bile fiilen Yunanistan'ın eline geçmişti. Hukuken, 8 Mayıs 1945'te kurulmuş olan İngiliz askerî idaresi Rodos ve 12 Ada'ya hakim görünüyordu, fakat idarenin her kademesinde Yunanlılar yer almış bulunuyordu. 67 Bu gelişmeler karşısında Türkiye'de ise genellikle bir sessizlik göze çarpar. Yalnız, Tan Gazetesi'nde yayınlanan "On İki Ada" başlıklı bir yazısında Tevfik Rüştü Araş bu konuyu ele almıştır. O'na göre:

"... Adalarda tam istiklâl esasında bir otonomi kurulması iyi olacaktır... On İki Ada otonomisi bu yerleri Yunanistan'dan ayırmak değil, Yunanistan'a hür bir On İki Ada katmak olur. On İki Ada halkı için dahilî ve haricî işlerini müstakil olarak kendileri idare ettikleri takdirde Yunanistan ile beraber yürüyeceklerine göre hürriyetleri içinde Yunanistan'a katılmak demek olur ki daha kıymetlidir. Böyle bir hal şekli Yunanistan ve Türkiye'yi birbirine biraz daha yaklaştırmak olacağı gibi, İngiltere ile Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi'nde mahiyeti açık ve sağlam bir münasebet kurmuş olur. On İki Ada meselesinin barış konferansında daha etraflı mütalaa edilmesi imkanı vardır. Fakat, konferansın bu işi başka başka münasebetlerle On İki Ada ile doğrudan doğruya ilgili sayılan ve aralarında sıkı dostluk münasebetleri mevcut olan İngiltere, Yunanistan ve Türkiye temsilcilerinden teşkil edilecek bir komisyonun önceden inceleyip bir proje teklif etmesi suretiyle en iyi bir hal şekli araması daha isabetli bir usûl olur...".68

Aras'ın yazısının yayınlanmasından bir gün sonra, Etem İzzet Berice de "On İki Adalar ve Bir Teklif başlığı altında, Son Telgraf gazetesinde yayınlanan yazısında; Aras'tan bir adım daha ileri giderek bu adalardan bazılarının Türkiye'ye bırakılması gerektiğini ileri sürmüştür. Berice'ye göre:

"... Haklı, adaletli, her millet hakkında güvenli bir barış esasının hakimiyeti mülahazası içinde, teklif yine bu esası koyup müdafaa edecek büyük devletlerden gelmek şekil ve şartıyla en az kendi komşularımız sayılan Meis vb. gibi adaların bervechi peşin Türkiye'ye bırakılması ve bunun asgarî bir emniyet sağlığı sayılması gerekir... Aras'ın teklifi son fakat pratik bir tedbir olarak incelenebilir... Ancak, genel barışı düzenlemek mevkiinde bulunanların bu bahis mütalaa edilirken Anadolu topraklarının bir devamından ibaret olan ve burnumuzun dibinde duran Adaları Türkiye'ye, bir hak, adalet ve emniyet esası icabı olarak bırakmayı düşünmeleri ve teklif etmeleri de yukarıda da işaret edildiği gibi muhakkak ki yersiz olmaz..." 69

Oldukça makul olan bu görüşler, Türk basınında ve resmî çevrelerde pek kabul görmemiştir. Bilindiği gibi söz konusu adalar Türkler tarafından, 1522 yılında Saint-Jean Şövalyelerinin elinden alınmıştır. Yani Yunanistan'dan ya da Bizans'tan değil. Ayrıca yüzyıllar boyunca Türk egemenliği altında kalan bu adalar, yine Türkiye tarafından, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması'yla İtalya'ya bırakılmıştır. Hal böyle olunca, adaların geleceği konusunda Türkiye'nin de rol alması yadırganmamalıdır. Ancak bu konu ile ilgili olarak Türkiye'den bir ses çıkmazken, Yunanistan'da Türk basınında çıkan bu yazılardan dolayı, büyük tepki doğmuştur. Konu ile ilgili olarak 3 Ağustos'da bir demeç yayınlayan Basın Müsteşarı Denis Zakitinos bu demecinde:

"Yunan efkârı, eski Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın 12 Ada hakkında makalesiyle, Son Telgraf gazetesinin yazısını acı bir şaşkınlıkla öğrenmiştir. Genel kanaat, bu düşünüşlerin münferit şahısların fikirlerini aksettirdiği ve bütün Türk Milletinin bu gibi telkinlere yabancı olduğu merkezindedir" demiştir.

Bundan sonra Müsteşar, bu adalar halkının tamamıyla Yunanlı olduğu70 ve bu sebeple uluslararası münakaşalara konu teşkil edemeyeceğini belirtmiş ve şunları eklemiştir:

"Yunanistan'a geçecek 12 Ada, Yunanistan fütuhat hedefi gütmediğinden, Doğu Akdeniz'de hakiki bir barış ve istikrar unsuru olacaktır. Gene, bilakis, 12 Ada'nın Yunan-Türk dostluğunu daha çok kuvvetlendirecek altın zincirin halkalarını teşkil edeceğinden eminiz".71

12 Ada Merkezî Komitesi tarafından Cumhurbaşkanı ismet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na çekilen telgraflarla protesto edilen72 bu yazılara Atina basını da tepki gösterdi. Bunlardan Vima gazetesi; 12 Ada'nın geleceği hakkında son günlerde Türk basını tarafından ileri sürülen görüş tarzlarının Türk Hükümeti'nin de, Türk milletinin de düşünüşünü belirtmediği ümidinde bulunduğunu söyledikten sonra, ne Türkiye'de Tan gazetesinde makale neşreden Rüştü Aras'ın, ne de başka hiç kimsenin, 12 Ada halkının Elenlik sıfatını inkar etmediğini eklemektedir. Vima'ya göre; 12 Ada'da özel bir otonomi rejimi kurulması için ileri sürülen stratejik endişe sebeplerine, Yunanistan da akıl erdirilemez. Zira, her iki millet ileride daha sıkı ve daha sağlam hale getirmek istedikleri kuvvetli bir dostlukla birbirlerine bağlıdırlar. Yunanistan'ın 12 Ada'yı, Türk milletine karşı dostluğa aykırı hedefler için kullanacağını sanmak, bu amaçları inkar etmek olur. Bugün Türkiye'de 12 Ada meselesini ortaya çıkaranlar, Türk-Yunan işbirliğinin samimi taraftarları olamazlar.

Katimerini gazetesi de şöyle yazıyordu:

"Türk komşularımız, Türkiye'ye olan dostluğumuzun ne kadar samimi, bu dostluğu daha sıkı hale getirmek hususundaki arzumuzun ne kadar hararetli olduğunu bilirler. Balkanlar barışının menfaati, sağlam bir Türk-Yunan anlaşmasındadır. Yunan milleti, Yunanistan'ın kurtuluşu münasebetiyle Türk devlet adamlarının söyledikleri nutukları unutmayacaklardır. Onların sesleri, sadece bir müttefik sesi değil, Yunanistan'ın felaketlerini de, isteklerini de kendilerinin sayan kardeşçe bir sesti. Şu halde, Türkler, Yunan milletinin çok hassas olduğu meselelere temas ederek, her iki ülkeyi pek mesut şekilde birleştiren dostluğun samimiyeti hakkında ve onun vasıflarında bir şüphe uyandırmaya kalkışmamalıdır".

Elefteria, Estia, Etnos ve diğer Yunan gazeteleri de bu yolda yazılar yazdılar ve bu münasebetle Türk-Yunan dostluğundan bahsettiler. Bunun üzerine Ankara'da bulunan Times muhabiri 12 Ada hakkında Aras'ın yazısının tamamiyle kendi şahsi görüşlerinin mahsulü olduğunu ve resmî Türk çevrelerinin 12 Ada'nın Yunanistan'a verilmesine hiçbir itirazları olmadığını gazetesinde yazması üzerine Yunanistan basınında yeniden memnuniyet ve ferahlık uyanmıştır.73

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Barış Görüşmelerinde 12 Ada74

Savaş sona erince, yenik devletlerle barış antlaşmalarını hazırlamak için görevlendirilen Amerika, İngiltere, Sovyet Rusya ve Fransa dışişleri bakanları, "Dışişleri Bakanları Konseyi"ni oluşturdu. Bu Konsey, barış antlaşmasını hazırlamak için ilk toplantısını 11 Eylül 1945'te Londra'da yapmıştır, ilk ele alınan meselelerden biri de İtalya ile barış antlaşması ve bu arada 12 Ada meselesidir. Konuyu ortaya atan da Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı James F. Byrnes olmuştur. O'nu bu girişime sevk eden sebep ise Yunanistan'ın 28 Nisan 1945'te adı geçen Konsey'e uzun bir muhtıra sunarak, bu adaların İtalya'dan alınıp kendisine verilmesini istemesidir. Bu müracaat Almanya'nın 7 Mayıs 1945'te, Japonya'nın da 2 Eylül 1945'te tesliminden yani Almanya'nın tesliminden 10 gün ve 2. Dünya Savaşı'nın bitmesinden 4 ay öncedir.

12 Temmuz 1946'ya kadar devam eden Konsey toplantılarında bu 8 defa görüşülmüştür. (Eylül 1945; 29 Nisan; 10, 11 Mayıs; 20, 22, 24 ve 27 Haziran 1946). Bu arada Konsey, 15 Mayıs 1946'da toplantılarına 1 ay ara vermiş ve 15 Haziran'da Paris'te tekrar toplanarak çalışmalarını tamamlamıştır.

Konsey'in Eylül ayı toplantılarında iki önemli olay olmuştur. Biri, özel görüşmelerin birinde, Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov'un, A.B.D., Sovyet Rusya ve İngiltere'den her birine, İtalyan sömürgelerinden birinin "vesayetinin" verilmesi teklifidir. A.B.D. ve İngiltere Dışişleri Bakanları bunu kabul etmedikleri için, bundan sonraki toplantılarda, 12 Ada meselesinin her gündeme gelişinde, Molotov bu meselenin görüşülmesine yanaşmayacak ve erteletmeye çalışacaktır.

İkinci önemli olay ise 12 Ada meselesinin ilk defa bu Eylül toplantılarının birinde ve A.B.D. tarafından ortaya atılmasıdır. Fakat o zaman bu sorun üzerinde durulmamıştır. Bundan sonra da meseleye 7 ay el sürülmediği anlaşılıyor. Çünkü 12 Ada meselesi ilk defa 29 Nisan'da geniş bir şekilde tartışılmıştır. Bu tarihte konuyu İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin açmış, Almanlar'dan alındığından beri İngiltere'nin bu adaları elinde tuttuğunu, lâkin bu işgale son vermek ve adaları Yunanistan'a devretmek istediğini ve bu adaların Yunanistan'a verilmesi gerektiğini söylemiştir. Bevin'e göre, bu adalar İtalya'nın sömürgesi değildi ve Rumlarla meskundu. Dolayısıyla o günkü işgal durumunu sona erdirmenin tek çaresi, bu adaları Yunanistan'a terketmekti.

Bunun üzerine söz alan A.B.D. Dışişleri Bakanı Byrnes, bu adaların Yunanistan'a terkedilmesi ve aynen Lozan Antlaşması'nda olduğu gibi, gayri askerî hale getirilmeleri teklifinin geçen Eylül ayında A.B.D. delegasyonu tarafından yapıldığını hatırlatarak, gayri askerî hale getirme ile ne tahkimat ne de askerî üslerin olmamasını kastettiğini, Birleşik Amerika'nın 12 Ada hakkındaki bu görüşlerini halen koruduğunu ve diğer delegasyonların da bu görüşlere katılacağını ümit ettiğini söylemiştir.

Bevin tekrar söz alarak Byrnes'a katıldığını ifade etmiştir.

Fransa'yı temsil eden Dışişleri Bakanı Georges Bidault da, geçen Eylül ayında Fransız delegasyonunun genel olarak bu tekliflere katıldığını, dolayısıyla bu tutumunu aynen koruduğunu bildirmişti.

Molotov ise bütün delegasyonların 12 Ada'nın İtalya'ya verilmeyip Yunanistan'a verilmesinde mutabık kaldığını, yalnız tek meselenin bu devirin hangi şartlarda yapılacağı konusu olduğunu belirterek, kendi görüşüne göre, 12 Ada meselesinin İtalya ile ilgili diğer toprak meseleleriyle birlikte ele alınması gerektiğini söyledi. Yine O'na göre, İtalya ile ilgili bir sürü toprak meselesi vardı ve Sovyet delegasyonu, 12 Ada meselesinin de diğer toprak meseleleri çerçevesinde incelenmesini tercih ediyordu.

Molotov'un bu sözleri üzerine Bevin, O'na pazarlık kapısı mı açmak istediğini sormuştur. Molotov ise cevabında, ortaya attığı hususun üzerinde dikkatle durulması gerektiğini bildirmekle yetinmiştir. Bevin'in, her meselenin ayrı ve kendi önemi ölçüsünde ele alınması gerektiğini söylemesi üzerine de Molotov, teklifinde ısrar ederek, meselenin ayrı ayrı ele alınmasına karşı olduğunu tekrarlamıştır.

Tartışmaya A.B.D. Dışişleri Bakanı da karışmış ve bütün meselelerin bir arada toptan masanın üzerine konulması halinde, bunları tartışmanın ve bu tartışmalardan bir ilerleme kaydetmenin mümkün olamayacağını, meselelerin, sırası geldikçe teker teker ele alınması gerektiğini, şu anda da masanın üzerinde 12 Ada meselesinin bulunduğunu, bunun bir sonuca bağlanması gerektiğini, 12 Ada ile ilgili olarak Molotov'un kafasının içinde ne gibi şartlar varsa bunları açıklamasını ve bu suretle de bu şartlar üzerinde bir anlaşmanın olup olamayacağının görüleceğini bildirdi.

Molotov, Byrnes'e verdiği cevapta yine kaçamak hareket ederek; şimdiye kadar tartışılan konularla karşılaştırıldığında 12 Ada meselesinde büyük ilerleme kaydedildiğini, diğer meseleler hakkında bir prensip anlaşması olmadığı halde 12 Ada meselesinde bir prensip anlaşmasına varıldığını, bu sebeple de Sovyet delegasyonunun, bu meselenin diğer hususları hakkındaki görüşlerini zamanı gelince bildireceğini söylemiştir.

Bunun üzerine Bevin, 12 Ada'nın Yunanistan'a geri verilmesi (return) hususundaki prensip kararının zapta geçirilmesini ve diğer ayrıntı meselelerin bir kenara bırakılmasını teklif etmiştir. Bu teklif üzerine de Byrnes, bu adaların gayri askerî hale getirilmesi hususunda bir prensip kararının olup olmadığını sormuş, buna Molotov cevap vererek, bu "görüş alışverişinin bu noktada bırakılmasını ve meselenin bütününü tartışma zamanı geldiğinde son kararın o zaman verilmesini söylemiştir. Buradaki return deyimi dil sürçmesidir, çünkü bundan sonraki tartışmalarda Bevin "cede (terketmek)" deyimini kullanmıştır.

10 Mayıs'ta tekrar gündeme gelen konu, 11 Mayıs'taki Konsey toplantısında doğrudan doğruya ele alınmıştır. Bu toplantıda esas itibariyle Molotov, Sovyet Rusya'nın Akdeniz konusundaki ilgisini belirtmekle yetinmiştir.

Londra'da toplanan bu Konsey 15 Mayıs'ta tatile girmiş ve bir ay sonra, 15 Haziran'da, Paris'te Lüksemburg Sarayı'nda yeniden toplanmıştır. 12 Ada konusu 20 Haziran'da yeniden gündeme geldiğinde, Molotov işi sürüncemede bırakmak için Moskova'daki Yunan Büyükelçisi'nin şu sırada Paris'te bulunduğunu ve Sovyet Dışişleri Bakan Yardımcısı Vyshinsky ile görüşmek istediğini bu sebeple 12 Ada meselesinin de bu görüşme sonrasına ertelenmesini istedi.

Buna canı sıkılan Bevin, Molotov ile alay ederek, 12 Ada meselesini erteletmek için bulduğu bu bahaneden dolayı O'nu tebrik etti.

Molotov da bunun altında kalmayarak "Eğer Yunan Hükümeti, kendisini Dışişleri Bakanları Konseyinde temsil ettirmek için Mr. Bevin'e yetki verdi ise, bunu memnuniyetle kabul ederim. Fakat ben bu hususta hiçbir bilgiye sahip değilim" dedi. Bunun üzerine konu ertesi güne ertelendiyse de ancak 22 Haziran 1946'da görüşülebildi.

Bu toplantıda konuyu açan gene Bevin oldu. Aradan bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ bir karar alınamadığını belirtmek için, Yunanistan'ın 12 Ada konusunda 28 Nisan 1945 günü Konsey'e başvurduğunu ve Konsey sekretaryasına da uzun bir belge verdiğini söyledi.

Bevin'in bu konuda biran önce karar aldırmak istemesine rağmen Molotov'un cevabı gene ters oldu ve Yunanistan'ın çabuklaştırma konusunda Sovyet Hükümeti'ne herhangi bir başvuruda bulunmadığını, bu sebeple bu meselenin bekleyebileceğini söyledi. Bevin ısrar ettiyse de Molotov "Zamanı gelince bu meseleyi de çözeriz" deyip geçti.

24 Haziran'da bu konuyu A.B.D. Dışişleri Bakanı Byrnes açtı ve daha önce bu meselenin tartışıldığını, kanaatine göre 12 Ada meselesinde bir görüş ayrılığı bulunmadığını, meselenin sadece bunu formüle etmekten ibaret olduğunu, bu sebeple de bu formülün üzerinde görüşülmesi gerektiğini söyledi.

Molotov ise cevabında, kendisinin yazılı olarak bir formül sunacağını, yalnız bunun henüz hazır olmadığını, bundan dolayı meseleyi o günkü toplantıda tartışamayacağını bildirdi.

Nihayet 27 Haziran'daki toplantıda Byrnes, 12 Ada meselesinin artık halledilmesini teklif ettiği zaman Molotov bir süpriz yaparak bu adaların Yunanistan'a verilmesine Sovyet Rusya'nın hiçbir itirazının olmadığını bildirmişti. Bu karar karşısında Byrnes o kadar hayret etmiştir ki, "kendime gelebilmem için birkaç dakika zaman gerekli" demiştir.75

Bu değişikliğin sebebi şu şekilde tahmin edilebilir: İtalyan sömürgelerinden pay almak veya 12 Ada'da bir üs elde etmek için uğraştıktan ve batılıları pazarlığa oturtmak için o kadar çaba harcadıktan sonra görmüşlerdir ki onları yumuşatmak mümkün değildir, inatçılığı daha fazla sürdürmek ise, kendi uyduları haline getirmeye hazırlandıkları Romanya, Bulgaristan ve Macaristan gibi ülkelerle barışın yapılmasına da engel olabilirdi. Halbuki Rusya barış yapmak suretiyle bu ülkelerin durumunu kesin hale getirmek ve dolayısıyla batılıların elini bunlardan çektirmek istiyordu.

Diğer taraftan bizzat Yunanistan'ın durumu da Sovyetler'e başka bakımdan ümit vermekteydi. Yunan komünistleri, Tito Yugoslavya'sının desteğiyle 1946 Aralık ayından itibaren General Markos liderliğinde bir iç savaş çıkarmışlardı. Anlaşılıyor ki, 1946 Haziran'ı sonunda 12 Ada'yı Yunanistan'a vermeyi kabul ettiklerinde, bu iç savaşın hazırlıkları içindeydiler. Bu iç savaş başarılı olduğunda, sadece 12 Ada değil bütün Yunanistan, Sovyetler'in eline düşecekti. Fakat 1949'a kadar süren bu iç savaş, bilhassa 1948'de Tito'nun Moskova'dan kopmasıyla başarısızlığa mahkum olacaktır.76

Armaoğlu'na göre, Konsey'deki bu görüşmelerden çıkarılabilecek sonuçlar da şunlardır:

1. Yunanistan'ın sadece 12 Ada konusunda değil hemen hemen bütün talepleri İngiltere tarafından desteklenmiş ve Amerika ve Fransa'da bu desteğe katılmışlardır. Hatta bu isteklere destek vermede, Amerika, İngiltere'den aşağı kalmamıştır.

2. Yunanistan, savaşta İtalyan saldırısına ve Alman işgaline uğramasının ve "mağdur" duruma düşmesinin yarattığı havayı toprak ihtirasları için gayet iyi sömürmüştür. O kadar ki görüşmeler sırasında Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov bile, Yunanistan'ın "sınırsız iştahı"ndan şikayet etmekten kendisini alamamıştır.

3.12 Ada ve İtalyan sömürgelerinin kaderi görüşülürken, Sovyetler bir taraftan Trablusgarp (Libya), bir taraftan da 12 Ada'da bir üs veya limana sahip olma isteklerini açıklayarak 12 Ada meselesine yeni bir unsur olarak girmiştir.77

Dışişleri Bakanlarının 12 Ada hakkındaki kararı Hukuk ve Redaksiyon Komisyonu'na havale edilmiş ve Komisyon da iki paragraf halinde, barış antlaşması tasarısının 12. maddesine yazmıştır. Maddenin ikinci paragrafı, İngiliz askerlerinin 3 ay içinde bu adalardan çekilmesine dair bir prosedür hükmü idi. Birinci paragraf ise "İtalya işbu antlaşma ile 12 Ada üzerindeki tüm egemenliğini Yunanistan'a devreder. Bu adalar gayri askerî hale getirilecek ve öyle kalacaktır" demekteydi.

Bu antlaşma tasarısı 12 Temmuz 1946'da hazırlanmıştı fakat, imzalayacak olan 21 devletin de ve görüşlerinin alınması için, tasarı bu devletlere verildi. İtalya, 12. madde ile ilgili olarak, 12 Ada da kalacak olan İtalyan vatandaşlarının her türlü haklarının (mülkiyet, azınlık vs.) korunması hususunda antlaşmaya bir madde konmasını istemiştir ki, barış antlaşmasının son şeklinde bu istek 19. madde ile karşılanmıştır.

Yunanistan ise 12. maddedeki "On İki Ada" deyiminden sonra bu adaların isimlerinin sayılmasını istemiştir. Buna dayanak olarak Lozan'ın 15. maddesini göstermiştir ki, söz konusu adaların isimleri teker teker sayılarak İtalyan Barış Antlaşması tasarısının 12. maddesine yazılmış ve bu 12. madde, 10 Şubat 1947'de İtalya dahil 21 devlet tarafından imzalanan İtalyan Barış Antlaşması'nın 14. maddesi olmuştur. Böylece Yunanistan 14. madde ile 12 Ada'yı sahipleniyordu.78

Dışişleri Bakanları Konseyi'nin bu şekilde 12 Ada'yı Yunanistan'a bırakması, Yunanistan'da büyük memnuniyet uyandırmış, Atina'da büyük gösteriler yapılmış ve uçaklar 12 Ada üzerine Yunan bayrakları atmışlardır. Bütün Yunan şehirlerinde bir bayram havası yaşanmıştır.79 Yine Yunan Başbakanı Çaldaris, Paris'teki 4 dışişleri bakanına bir telgraf göndererek, 12 Ada'nın Yunanistan'a verilmesinden dolayı teşekkürlerini bildirmiştir. 80

Türkiye'de ise, belki de İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında büyük devletlerin dindeyken Türkiye'ye verdiği sıkıntılardan dolayı, adaların zayıf Yunanistan'a bırakılması olumsuz bir hava uyandırmamış aksine bazı basında bir memnuniyet havası görülmüştür. Nitekim Yeni Asır gazetesi bu gelişmeyi "Paris Konferansı Dün Mesut Bir Süprizle Karşılaştı On iki Adalar Meselesi Halledildi" başlığıyla duyurmuştu.81 Hüseyin Cahit Yalçın da, Haber gazetesinde, 1 Temmuz'da "On İki Ada" başlığı altında yazdığı makalesinde, bu memnuniyete katılıyor ve "Bundan 25 yıl önce On İki Ada'nın Yunanistan'a verilmesi söz konusu olsaydı Türkiye'de büyük fırtına kopardı. Bugün ise fırtına değil memnuniyet dalgalanıyor..." 82 diyordu. Yine 14 Temmuz'daki bir başka yazısında da "... Türk-Yunan milletleri arasında birbirlerini anlamaktan ve tecrübeden geçirmekten doğmuş hakiki bir dostluk hüküm sürmektedir. Yunanistan'la siyasî ve iktisadî bütün menfaatlerimiz müşterektir. Bundan dolayı On İki Ada'nın Yunanistan'a terki, Türkiye'de ancak memnuniyet uyandırmıştır..." 83 ifadesini kullanıyordu.

İtalyan Barış Antlaşması'nın imzalanmasından sonra, Rodos ve 12 Ada'daki İngiliz askerî idaresi 1 Nisan 1947'de yerini Yunan askerî idaresine bıraktı ve antlaşmanın tasdik edilmesinden sonra da Yunanistan bu adaları "On İki Ada (Dodecanese)" adını verdiği bir idarî bölüm halinde kendi topraklarına kattı. Yunanistan'ın yüzyıllık emeli, kuvvetli hamilerinin yardımlarıyla bu suretle gerçekleşirken yüzyıllarca adaların efendisi ve 35 yıl da işgal altında veya İtalyan tebaası olarak yaşamış olan Rodos ve İstanköy Türkleri, yeniden tâbiiyet değiştirmek veya öztopraklarını terketmek gibi ikisi birbirinden acıklı sonuçlara varan bir yol kavşağına gelmiş bulunuyorlardı.84

Türkiy

TroL

Diplomasi ve dönemin etkkili güçleri yine iş basında  :bn:

Hocam metnin son cümlesi yarım kalmıs merak uyandırıyor , teşekkürler geniş bilgiler için  :ca:

Sancak

Devam

Genel Sekreter Erkin'in özel mahiyetteki sözlerini dikkatle okudum. Evvela şunu söylemeliyim ki, Ege Adaları'nın kaderi, Sovyetler Birliği ve Amerika Dışişleri Bakanlarının birlikte vardıkları mutabakata dayanılarak çoğunluğun ırki durumu esası üzerinden, Yunanistan lehine tayin edilmektedir. Ben, telkin edilen tarzda bir teşebbüste bulunabilirdim; fakat sorunu açacak olursam, pusuda bekleyen Molotov, derhal Boğazlar konusunu yeniden ortaya atacak; bir iş görelim derken başımıza yeni gaileler açmayı doğru bulmadım. Şöyle bir şey yaptım: Adaların Türk kıyılarına yakınlığı dolayısıyla, Türkiye'ye karşı herhangi bir askerî tehlike ihtimalini yok etmek için, askersizleştirilmiş olarak Yunanistan'a verilmesini önerdim, kabul ve Antlaşmaya ithal ettirdim.

Erkin bu görüşmelerle ilgili olarak tarih vermemektedir. Ancak, İngiliz Büyükelçisi ile görüşmesinden birkaç gün sonra, Kelly'nin, İngiliz Dışişleri Bakanı Bevin'in mesajını getirdiğini söylemesi ve mesajda Bevin'in ilgili konular için "antlaşmaya ithal ettirdim" ifadesini kullanması (Eğer gerçekten bu görüşmeler olduysa ki bu görüşmelerin tutanağı bulunamamıştır.) bu teşebbüsün 1946 Haziran sonu veya Temmuz başı olduğu düşüncesini uyandırmaktadır. Diğer taraftan 12 Ada meselesini ilk ortaya atan yukarıda da belirtildiği gibi A.B.D. Dışişleri Bakanı Byrnes olmuştur ve 1945 Eylül'ündedir. Bunu yaparken de Lozan'daki Türk kıyılarına yakın adaların silahsızlandırılması örneğini vermiştir. Keza Byrnes bu hususu 29 Nisan 1946'daki toplantıda da tekrar etmiştir. Yani silahsızlandırma meselesi daha 1945 Eylülündedir. Bunu yaparken de Lozan'daki Türk kıyılarına yakın adaların silahsızlandırılması örneğini vermiştir. Keza Byrnes bu hususu 29 Nisan 1946'daki toplantıda da tekrar etmiştir. Yani silahsızlandırma meselesi daha 1945 Eylülünde ortaya çıkmıştır ki, o tarihte 12 Ada hakkında bir hüküm bile tespit edilmiş değildir. Halbuki Erkin'in anılarında, bu konuyu Bevin'in ortaya attığı ve hemen antlaşmaya ithal ettirdiği şeklindeki mesaja yer verilmektedir ki, bu ifade de gerçekle uyuşmamaktadır. Ayrıca yine söz konusu mesajda Sovyet Rusya ile A.B.D. arasında bir mutabakattan söz edilmektedir, fakat yukarıda da değinilen görüşmelerde böyle bir mutabakata rastlanmadığı gibi Sovyetler'in bu konuda uzun süre direndiği de görülmektedir.

Sonuç olarak, savaş sırasındaki mağduriyetini en iyi şekilde kullanan Yunanistan, bu konudaki arzularını yerine getirme konusunda her türlü çabayı harcayan Amerika ve İngiltere'nin bu tutumlarında kendilerine destek yaptıkları en önemli nokta, halkın çoğunluğunun Rum olmasıdır. Bu konuda en fazla söz hakkı bulunması gereken ülkelerden biri olan Türkiye ise bütün savaş boyunca en önemli fırsatı, 1944 yılında Almanların devretme teklifi ile yakalamış fakat, İngilizlerin karşı çıkması üzerine o dönemdeki şartların da etkisiyle, Erkin'in de dediği gibi müzakere teşebbüsüne girmeye bile lüzum görmeden bundan vazgeçmiştir.

Quantum

You are not allowed to view links. Register or Login
Diplomasi ve dönemin etkkili güçleri yine iş basında  :bn:

Hocam metnin son cümlesi yarım kalmıs merak uyandırıyor , teşekkürler geniş bilgiler için  :ca:

Merak Mı Uyandırıyor.. :ag: 


Emeğine Sağlık Sancak Hocam.. Bunu Nasıl Okuyacam acaba :cs: